Adın, sadece bir büyük büyük annenin isminin seninle yaşaması için kulağına fısıldanmadı. Beş kuşak sonra yeniden aydınlattığın için gönlümüzü, sana verildi ismi. Sonra kuşandın ismini ve adın seninle birlikte, daha farklı anlamlar kazanmaya başladı. Sen tebessüm ettiğinde adın yeni anlamlar kazandı: Yedi iklimin ilkiydi, ışık saçan güzel kız salındı, uzlaşı ve dostluğa dönüştü anlamı. Barışı getirdi konarlı göçerli coğrafyaya.
İnce, uzun boylu kız, adın eski Türkçe’ deki harfin simgesinden kaynaklanan, ince uzun olman için konmadı elbette. 1896 yılında Hasan Efendi, tek göz hanesi aydınlandığında, ışık saçan güzel kızın, kulağına fısıldamıştı adını, ezan makamında.
Elifi kumaştan elbisenle, dizlerime tutunarak etrafa bakınıyordun. Sonra ellerini bir an hissetmedim dizlerimde, ne oluyor demeye kalmadan yürüdün karşı kanepeye. Sonrasında bütün akşam durmadın yerinde, karşı kanepeden hızla gelip kollarıma bırakıyordun kendini, çığlık çığlığa, sesinde umudu kuşanmış yaşama sevinci.
Sırtını kanepeye yaslamana, başını dizime koymana ilk şahit olduğum gündü. Sessizliğine şahit olduğum ilk gün. Geceyi ateşler içinde geçirmiştin, ilk defa bu kadar hareketsizdin, yüksek ateşten kızarmış yanakların ve nemli gözlerinde ilk kez acıyı gördüm. Sabah yüzünde kocaman bir tebessümle uyandın, iklimleri değiştiren bir tebessümle. Sesinde sağlığın sükuneti. Hasreti de güzel olan. İki hecelik cümlem. Elif.