top of page

Heves Yiyiciler

Güncelleme tarihi: 7 gün önce


Bir zamanlar bu topraklarda, bozkırın delikanlıları Türkmenlerle birlikte Koca Yörükler yürüdü. Bazen zorunlu iskanlarla, bazen sürgünlerle, bazen de konacak bir avuç toprak bulamadan... Gün oldu, devran döndü; Anadolu, Efelerine, Lazlarına, Dadaşlarına, Gakgoşlarına, Yiğidolarına, Seğmenlerine yurt oldu.
 
Bunca Türkmen’i, Yörüğü olur da bunların canavarı olmaz mı? Olur elbette. Ölümle, bazen kötü kaderle özdeşleşen Kara Hızır göründü önce. Sonra, Dede Korkut’un masallarından tüm heybetiyle Tepegöz ete kemiğe büründü. Soğuk kış geceleri, özellikle zemheride ortaya çıkan; korkuyu ve şakacılığı birlikte bünyesinde barındıran, insanları yolundan çıkaran Karakoncolos yürüdü toynaklı ayaklarıyla. Bir gece ıssızlığında Gulyabani görüldü; görenler korkudan küçük dillerini yuttular, kimileri yolunu kaybetti, kimileri aklını. Kabirsiz bir ruh, Conguluz donunda dirildi. Gözleri, gecenin karanlığında vahşi bir hayvanınki gibi parladı. Ters ayaklarıyla insanlara korku saldı. 

Bir gecenin sessizliğinde, uzun dağınık saçları ve kırmızı elbisesiyle bir kadın görüldü. Albastı dediler. Yeni doğum yapan kadınlara ve bebeklerine musallat oldu. Kiminin ruhunu aldı, kiminin aklını... O gün bu gündür, evlerin girişine erkek at nalı asılır; kadın yalnız bırakılmaz. Kadının yastığının altına bıçak, nazar boncuğu, muska konur. Albastı’ya kapı duvar olur.

Rivayet odur ki, bir süredir Albastı korkudan görünmez olmuş. Kadına şiddetin ne edeple ne adaletle önüne geçilemediği bu topraklarda, uzun saçları ve kırmızı elbisesiyle gecenin ıssızlığında kaybolmuş.

Albastı’nın yokluğunda, bazı geceler kimi sözde erkekler Albastı kılığına bürünür. Gecenin ıssızlığında bir kadına musallat olurlar, diğerinin canını alırlar. Pişmanlıktan uzak halleriyle kalabalığın arasına karışır, kaybolurlar...

Conguluz’dan Gulyabani’ye, Karakoncolos’tan Kara Hızır ve Albastı’ya... Kayboldular birer birer. Şimdilerde başka bir tür dolaşıyor bu topraklarda: Heves Yiyiciler. Ne alnının ortasında tek gözleri var, ne toynaklı ayakları… Ne bir dudağı gökte, bir dudağı yerde ağızları… Ne de gecenin karanlığında çakmak çakmak parlayan gözleri… Tanımak mümkün değil Heves Yiyicileri.

Gün geçmez ki, nereden, nasıl bilinmez; çıkagelir. Hevesler kursakta kalır, tüm emekler ziyan olur. Bir ömür dirsek çürütüp emekli olmuşsundur mesela… Hevesin kursağında kalır. Kattan ev almışsındır; yazını, kışını, güneşini hesap etmişsindir… Bir imar planı değişir; pencerenden ya da balkonundan beş metre mesafede ışık hızında araçlar geçer.

Oyun oynanırken oyunun kurallarının değiştiği yerdir Heves Yiyici’nin yaşam alanı. Birisi biraz başını kaldırdı mı? Ayağından çekendir: Heves Yiyici. Mavi beyaz boncukların, at nallarının, üzerlik tohumlarının, dökülen kurşunların anlamını ve işlevini yitirdiği dehlizlerde… Karın darlığına bir ruh üflenmiş, canlıdır Heves Yiyici.

Tüm kurallardan muaf, trafik canavarıdır. Yumurta kapıya geldiğinde aklı başına gelendir. ‘Bize bir şey olmaz’ ezberinin dersini almıştır. Toplumsal kutuplaşma ve tahammülsüzlüğün ruhunu taşır canında. Eleştiriye kapalı, gürültü canavarıdır, beş yaş tavırlarında. ‘Sen benim kim olduğumu biliyor musun?’ sorusuyla kendini bilmeyendir. Ayak kaydırma, adam kayırma ustasıdır. Güçlünün yanında durup düşene vurandır: Heves Yiyici. 

Tüm içeriklerin yayın hakları yazarına ait olup yazarın izni olmadan

kısmen veya tamamen basılamaz, çoğaltılamaz veya elektronik ortama taşınamaz.

En son yazılardan haberdar olmak için abone olunuz.

  • X
bottom of page