Her insanın içinde bir karanlık vardır; insan, o karanlıkta bazen yolunu kaybeder. Kimi o karanlıkta pişmanlığını, kimi nefretini, kimi de yalnızlığını büyütür. Kimilerinin içindeki o karanlıkta ise bir barbar barınır.
Gelişmişliğin insanın doğasıyla hiçbir ilgisi yoktur. O karanlıkta bir Neandertal yaşar. İçgüdüleri karanlığın emrindedir. Konuşma ve anlama becerileri ilkel seviyelerde olduğundan, insan hakları ve evrensel hukukla hiçbir bağı bulunmaz.
İşte tam burada başlar barbarın hareket alanı; o karanlığın uçsuz bucaksız topraklarında, zincirlerinden kurtulmuş bir hayvan gibi koşturur. Barbarlığın etnik ve dini kökeni yoktur. Ait olduğu bir zamanı da...
O içimizdeki barbar, tarihin gölgelerine saklanır; sessizce, içten içe ruhun derinliklerine kök salar. Antik Çağ’dan Orta Çağ’a, oradan Yeni Çağ’a, oradan Yakın Çağ’a, oradan Modern Çağ’a ve günümüze dur durak bilmeden gelir: gelişmişliğin, insan haklarının, bireysel hak ve özgürlüklerin, evrensel hukukun üzerinde tepinip durur. Vikinglerden Haçlı Seferleri’ne, Engizisyon Mahkemeleri’ne, Moğol İstilaları’na, Aztekler’e, İspanyollar’a, Kıta Amerika’sına, Afrika’ya, Sibirya’ya, Hiroşima’dan Nagasaki’ye…
Şimdilerde takım elbise giyip kravat takan barbarlar aramızda... Bazıları diplomat, bazıları misyoner donunda. Kimileri siyasetçi, kimileri bürokrat kılığında. Televizyon ekranlarında, kürsülerde, müzakerelerde, toplantı salonlarında, sivil toplum örgütlerinin vitrinlerinde...
Medeniyet, çoğu zaman bir sömürü aracı olarak sahneye çıkar; İngiltere’nin İrlanda’da, Hindistan’da ve Afrika’da gerçekleştirdiği barbarlıklar; Almanya’nın Namibya’dan Polonya’ya, oradan da Holokost’ta zirveye ulaşan barbarlık gelişimi; Fransa’nın Cezayir’den Cochinchina’ya, oradan Madagaskar’a kadar ve Afrika’da ayak bastığı her yer kan gölüne döndü. Kongo, Ruanda ve Burundi’de barbarlığın el kitabını yazan, bizzat Belçika oldu; Hollanda ise Endonezya, Banda Adaları ve Cakarta’da yaptıkları yetmezmiş gibi, yüz binlerce Afrikalıyı köleleştirerek Amerika’ya sattı. Sırplar, sistematik etnik temizlik girişimleriyle barbarlıkta diğerlerine adeta meydan okudu.
Medeni insan kılığına bürünmüş Neandertaller topluluğu, 1960’a kadar Paris’te, Hamburg’da, Brüksel’de, Londra’da, Amerika’da insan hayvanat bahçeleri (Human Zoos: Sömürgeciliğin ırkçı sergileri; Belçika Tervuren’de Afrikalı çocukların kafeslerde tutulduğu fuar ve Paris Koloni Sergisi’ndeki insan teşhir alanları), modern mimari tasarımları, erişilebilirlikte mühendislik yaklaşımları, teşhir ve sergilemede çağdaş müzecilik anlayışları ile yarıştılar; yarıştıkları tek şey barbarlıktı.
Mesela en son pandemi sürecinde test edildi: İnsan haklarının beşiği sayılan Avrupa’da, sokak ortasına terk edilen cenazeler, yardım beklerken ölüme bırakılan yaşlılar ve sınır kapılarında el konulan tıbbi malzemeler… Anlı şanlı ülkeler, komşularının kargolarına çöktü; maskelere el koymaktan çekinmediler. Eşkıya gibiydiler. Avrupa'nın siyasi iklimi, ortaçağ derebeyliklerine döndü; takım elbiseli, özenli kravat seçimleriyle Neandertaller ekranlarda dile geldi…